Tuesday, November 4, 2008

Geleneksel Toplumsal Cinsiyet Rolleri



Kadın ve erkek cinsinin fiziki özelliklerinin farklı olması, ilkel toplumlarda avcılık ve birlikte yaşanılan grubun tehlikelerden korunması gibi görevlerin erkekler tarafından yerine getirilmesi, kadının çocuk dünyaya getirmesi ve onu sütüyle beslemesi nedeni ile yaşanılan ortamı terk edip avlanmak, savaşmak gibi işlerin kadınlarca yapılamaması zamanla tüm toplumlarda çeşitli farklarla birlikte kadın ve erkekler için farklı cinsiyet rolleri biçilmesine ve kadın ve erkek cinsinin bu rollere uygun davranmasının beklenmesine sebep olmuştur.
Erkek kadının beslenmesi ve barınmasını, tehlikelerden korunmasını, yeni ve daha iyi yaşam alanlarını fethetmeyi, kadında erkeğinin bulup getirdiği yiyecekleri hazırlama, çocuğa bakma ve barınağın yaşanılabilir olmasının devamını sağlama(temizlik vs.) gibi görevleri üstlenmiştir.
Erkeğin üstlendiği görevler, erkeğin getirdiği yiyeceğin kendi arzusuna göre hazırlanmasını , kadın ve çocukların tehlikelerden korunabilmesi için yaşam alanını izinsiz terk etmemelerini isteyebilme ve topluluk içinde düzeni sağlamak için başkan, şef vs. olabilme,fethettiği toprakların sahibi olma gibi ayrıcalıkları beraberinde getirmiş, başlangıçta fiziki özelliklere uygun iş bölümü gibi görünen bu durum zamanla erkeğin iktidar ve konforunun devamı için, erkekler tarafından, değişen fiziki, ekonomik vs. şartlara rağmen sürdürülmeye çalışılmıştır.
Erkekler görmüştür ki, avlanmak ve fethetmek yani para kazanmak ve mülk sahibi olmak, şef olmak yani siyasi güce, toplum tarafından saygı duyulan bir statüye sahip olmak beraberinde büyük bir konfor getirmektedir. Bu nedenle kadının avlanması, şef olması günümüzde gelir getiren bir işte çalışması, siyasetle ilgilenmesi , mülk sahibi olması erkeğin konforunu büyük ölçüde sarsacaktır. Erkekler bu konforun devamı için kimi zaman dini, kimi zaman parayı kimi zaman kaba kuvveti kullanmışlardır. Tabiri caizse aslan payından vazgeçememişlerdir.
Erkeğin üstün cins olduğu ve kadınların erkeğin emrine sunulmuş varlıklar olduğu yeryüzünde hakim dinlerin pek çoğu tarafından kabul edilmiş,ancak hiçbir dinin kitabında bu açıkça yazılmamış, kadının kas kuvvetinin erkekler kadar olmayışı, kadının doğurgan olması bahane edilerek güya kadınlar lehine kurallar konulmuş, kadının kas gücünün erkeklerden az olması onun zekasının da erkeklerden az olmasına delil kabul edilmiş, güya korunması maskesi altında kadınlar tümüyle ikinci sınıf insan olarak kabul edilmişlerdir. Erkeğin soyunun devamı için kadına muhtaç olması nedeni ile kadını öldürmeyip süründürecek bir yaşam standardı kabul edilmiştir kadınlar için.
Görev dağılımı gibi görünen erkeğin dışarıda çalışıp para kazanması ve bu para ile kadın ve çocuğa yiyecek, giyecek ve barınma sağlanması daha üstün uğraşlar ve erkeğin kadına bir lütfu, kadının dünyaya çocuk getirmesi, çocuğun her türlü bakımını üstlenmesi, evinin her türlü işini yapması ise kadın olmasının zorunlu bir sonucu olarak kabul edilmiştir.
Zamanla evdeki para getirmeyen işleri yapmanın yanında dışarıda para getiren işlerde çalışmaya başlayan kadınların yükü ne yazık ki iki katına çıkmıştır.Erkekler çalışarak ailenin geçinmesine katkı sunan kadının evde sunduğu konfordan da mahrum kalmak istemediklerinden kadının dışarıda çalışması ev işlerindeki ve çocuk bakımında ki sorumluluğunu azaltmamıştır.
Kimi erkekler karısının ya da kızının asla gelir getiren bir işte çalışmasını istememekte, zira paranın güç sembolü olduğu, kadının güçlenmesi ile birlikte erkeğin konforunun bozulacağı, kadının artık kocasına babasına itaat etmeyeceğini düşünmekte, karısının çalışmasına ses çıkarmayan kimi erkeklerde ev işleri ve çocuk bakımı konusunda kadından geleneksel rolünü beklemeye devam etmektedir.
Başlangıçta sadece iş bölümü gibi ortaya çıkan cinsiyet rolleri zamanla cinslerin doğalarının bir gereği ve zorunluluk olarak kabul edilmiş, erkeğin avlanan ve fetheden olması ona güç, mülk ve statü kazandırmış, fetihler yolu ile başka toplumlarla tanışma, keşifler yapma fırsatı bulan erkekler bu kazanımlarının devamı için kadını eve, para, mülk, iktidar getirmeyen işleri yapmaya mahkum etmiş, sahip olduğu gücün ve dinin de yardımı ile kadınları da buna inandırmış veya mecbur bırakmışlardır. Kadınlar tarih boyunca bu kısır döngüye mahkum olmuş, zaman zaman bunu kırmak isteyen kadınlar olmuşsa da yaratıcının iradesine karşı geldiği gibi gerekçelerle susturulmuş ya da ortadan kaldırılmışlardır.
Tabi şunu da tespit etmek lazım ki, tarih boyunca erkeklerin tümü bilinçli saiklerle hareket etmemişler, erkeklerin de çoğunluğu erkeğin üstün cins olduğu, kadının varlık amacının erkeğin soyunu sürdürme ve onun konforunu sağlama olduğu ve bunun tanrının iradesi olduğuna inanmışlar ve pek azı bunun gerçekliğini sorgulamışlardır.
Modern toplumlarda özellikle din baskısının azaldığı Batı toplumlarında geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri sorgulanmaya başlanmış, bu ülkelerde başlayan feminist hareketlerin etkisi ile bu rollerin kadın erkek eşitsizliği temeli üzerine kurgulanmış olduğu kabul edilmiş, özellikle feminist grupların uluslar arası düzeyde örgütlenmesi ve bu örgütlerin baskısı ile Uluslar arası Sözleşmelerde tüm insanların renk, dil , din, cinsiyet ayrımı olmaksızın eşit olduğunun kabulü ile başlayan süreç bugün taraf devletlere kadına karşı hertürlü ayrımcılığın yasalar, hukuk sistemi, siyasal ve kamu yaşamı, eğitim, istihdam, sağlık, kırsal kesim, evlilik ve aile dahil olmak üzere her türlü alandan silinmesi konusunda görevler yükleyen sözleşmelerin ve protokollerin imzalanması ve taraf devletlerin değişik oranlarda bu yükümlülüklerini yerine getirmesi ile devam etmektedir.
Kimi kesimler, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin aile ve toplumun huzuru ve devamı için zorunluluk olduğu, aksi halde toplum ve aile yapısının bozulacağı, ev idaresinde ve çocuk yetiştirmede kadın ve erkeğin kemikleşmiş roller dışında hareket etmesinin özellikle sağlıklı çocuk yetiştirmede sorunlar yaratacağı, ailelerin dağılacağı hatta “geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri “ diye adlandırdığımız davranış kalıplarının dışına çıkmanın tanrı iradesine başkaldırmak olduğu gibi gerekçelerle feminist hareketi ve bu hareketin kazanımları olan kadın erkek eşitliğinin uluslar arası sözleşmelerle tespit edilmesi ve taraf devletlere görevler yüklenmesini tepki ile karşılamakta, kadını ortaçağ karanlığına geri göndermek için mücadele vermektedirler.
“Geleneksel Toplumsal Cinsiyet Rolleri” açık bir şekilde kadın erkek eşitsizliğine dayanır. Beraberinde para, güç ve statü getiren işlerde çalışmak, karısı ve çocuklarının hatta kimi toplumlarda daha geniş bir ailenin barınma, beslenme, eğitim, sağlık vs. gereksinimlerini karşılamak, asker olup savaşmak, siyaset yapmak, ülke yönetmek erkeğin görevi ve aynı zamanda hakkı olduğundan 20. yüzyıla kadar hemen hiçbir toplumda kadınların siyaset yapmayı bırakın aktif olarak, oy kullanarak pasif olarak dahi yapmasına izin verilmemiş, birçok alanda hukuk, tıp, mühendislik, askerlik vs. kadınların eğitim almasına ve çalışmasına izin verilmemiş, çalışmalarına izin verilen dar alanda da her zaman erkeğin gerisinde yönetilen olarak daha az maaşla çalışmasına olanak verilmiştir. Neden?Çünkü çalışıp para kazanmak, ailesinin geçimini sağlamak erkeğin görevidir. Kadın çalışmasa ya da az kazansa da nasıl olsa onun babası ya da kocası ona bakacaktır. Oysa erkek çalışmalıdır ve daha çok kazanmalıdır ki, geleneksel toplumsal cinsiyet rolünü hakkıyla yerine getirebilsin. Bu mantık kadını iş yaşamından uzaklaştırmanın daha doğrusu yaklaştırmamanın, sadece görece daha az statü ve gelir getiren işlerde çalışabilmesinin, erkeklerle aynı işlerde çalıştığında ise daha az ücret almasının altında yatan sebeptir. Bu durum “Geleneksel Toplumsal Cinsiyet Rolleri”nin kadına ekonomik şiddet uygulanmasına sebep olmasını açıklamaktadır.
“Geleneksel Toplumsal Cinsiyet Rolleri” sadece kadınlar aleyhine bir durum yaratmamak ta, aslında erkeklerin omuzlarına da çok ağır bir yük yüklemektedir. Kendisi ile birlikte kimi zaman onlarca kişiden oluşan bir ailenin de her türlü ihtiyacını karşılamak erkeğin görevi olunca, erkeğin bunu başarabilmek için insanüstü bir çaba göstermesi, başaramaması yada görece başarısız olması erkeklerin ağır psikolojik travmalar geçirmesi, hatta para, güç ve iktidar için yasadışı yollara başvurması, kuvvet kullanması gibi sonuçları da beraberinde getirmektedir. Özellikle “Aile İçi Şiddet “ dediğimiz olguyu yaratan en önemli sebep diğer sebepler yanında “Geleneksel Toplumsal Cinsiyet Rolleri”dir . Tabi Aile içi Şiddeti “Geleneksel Toplumsal Cinsiyet Rolleri” nin tetiklemesi sadece bu kanaldan değil, bizzahati erkeğin üstün cins olduğu, erkeğin kadına sahip olma, hükmetme hakkı olduğu, kadının görevinin erkeğin soyunun devamını sağlamak, çocuğa bakmak ve erkeğin konforunu sağlamak olduğunun kabulü başlı başına bir şiddet sebebidir. Erkek bu rolün devamı için kadını her türlü yolu kullanarak zorlamakta, sindirmekte, baskı kurmaktadır. Az önce söylediğimiz “ekonomik şiddet “yolu ile de kadına ekonomik güç vermeyerek yada elinden alarak, fiziki, psikolojik ve cinsel şiddetten kaçmasının önü kesilmekte, kadınlar tam bir labirente hapsedilmektedir. Bu labiretten çıkışın bir yolu var, ama onu buluncaya kadar ne yazık ki birçok kadın çok ağır insan hakkları ihlalleri ile karşılaşmaktadır. Ama sevindirici olan şu ki, bu labirentten hergün biraz daha fazla kadın çıkabilmekte, çıkabilmiş kadınlar da el birliği ile labirenttekilere yardım etmekte, yol göstermektedir.